Çoğumuz için “vahiy” kavramı sadece nebiler ve Allah arasındaki iletişimi ifade eden bir kavramdır. Kanal olarak ise her zaman Cebrail aleyhisselam akıllara gelir. Ancak Kur’an-ı incelediğimiz zaman; bildiklerimiz eksiktir, hatalıdır, yanlıştır...
Cebrail’in peygamber efendimize vahyi getirdiği hakikat olmakla birlikte; diğer peygamberlere vahyi getirdiğine dair bir açıklama ilahi kitapta yer almaz. Peygamberimiz dışında İsa Mesih ile birlikte zikredilir ki burada vahyi getiren kişi olarak değil; İsa Mesih’in babası olarak karşımıza çıkar. Daha önceki yazılarımda İsa ve Cebrail arasındaki bağlantıya detaylıca değindiğim için tekrara lüzum görmüyorum. Vahiy kavramından ne anlamamız gerektiğini irdeleyecek olursak en doğru tanımları yine ayetler üzerinden bulabiliriz. Örneğin;
Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. Yüceler yücesi O'dur. Hüküm ve hikmet sahibi O'dur. (Şura)
“Vahiy” kelime karşılığıyla “mesaj” anlamına gelir. Yukarıdaki ayette bu mesajların çeşitli safhalarına dem vurulmuş, bunlardan birisinin elçi göndermek suretiyle gerçekleştiğinin altı çizilmiştir. Cebrail’in peygamber efendimize vahyi getirmesi buna bir örnektir. Ayrıca Hz. İbrahim ve Hz. Lut’a gelen “Misafirler” mevzusu da elçiler aracılığı ile yapılan iletişimi ortaya koymaktadır. Musa'nın vahyi alması ise malumunuz perde ardından olmuştur. Kendisine görev tebliği kâh bir ağaç aracılığıyla, kâh bir ateş (ışık) içerisindeki ziyaretçiler tarafından... Özetle ilahi kitaba göre ne İbrahim'e, ne diğer resul ve nebilere vahyin iletimi Cebrail aracılığıyla gerçekleşmemiş...
Öte yandan yukarıdaki ayete dikkat edersek; arada elçi
olmadan gerçekleşen vahiy safhası olduğunu da anlayabiliriz. Esas üzerinde
durmamız gereken nokta zaten burasıdır. Vahiy; aynı zamanda kalplere bir doğuş,
bir ilhamdır.
Onu güvenilir Ruh indirdi senin “kalbine” ki uyarıcılardan olasın! (Şuara)
Bir diğer ayete gelecek olursak;
Şayet sen, sana indirdiğimizden kuşkulanmakta isen, senden önce Kitap'ı okuyanlara sor. Yemin olsun, hak sana Rabbinden gelmiştir. O halde, sakın kuşkulananlardan olma! Ve sakın ayetlerimizi yalanlayanlardan da olma, yoksa hüsrana düşenlerden olursun. (Yunus)
Görüldüğü üzere vahyin bölümlerinden birisi kalbe doğan ilhamlardır. Yukarıdaki ayetler peygamber efendimize değil, ahir zaman uyarıcısına hitabendir. Nitekim peygamberimize vahiy direkt Cebrail kanalıyla ulaştırıldığından onun ayetlere yönelik herhangi bir kuşkusu olamazdı... Burada bahsedilen kalbe iletilen mesajlardır. Bu ise ilham dediğimiz yol ile gerçekleşmektedir. Ve ilham hikmet ile beslenir.
İlahi vahyin bizlere ulaştığı safhalardan bir diğeri “hikmet” olarak tanımlanmıştır. Bu hikmetler Kur’an-ı Kerim üzerinden verilmektedir. Yani hikmetin muhatabıyla tanıştığı yer; ilahi kitabın sayfalarıdır. Kişinin samimiyetine göre Kur’an kendisini kişiye açar. Ve böylece ilahi mesaj mevcut ayetler üzerinden kalbe hakikat olur, gerçekler ilham edilir. Sonra kişi bunu dile getirir. Yapılacak uyarıları yapar, verilecek müjdeleri verir. Açıklanması gerekenleri açıklar. Bütün mesele bundan ibarettir.
Bunlar Rabbinin sana hikmetten vahyettikleridir. (İsra)
Kur’an üzerinden verilen vahye dair en güzel örneklerden birisi aşağıdaki ayetlerdir;
Kitaptan sana vahyettiğimiz, kendinden öncekini tasdikleyici hakkın ta kendisidir. Allah, kullarından tam haberdardır, onları iyice görmektedir. Sonra kullarımız arasından seçtiklerimizi kitaba mirasçı kıldık. İçlerinden öz nefsine zulmeden var. Orta yolda gideni var. Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçeni var. İşte bu büyük lütfun ta kendisidir. (Fatır)
Kur’an hikmetlerin kaynağıdır. Kıyamete kadar her dönemi kapsayacak mesajlar ve bilgiler içermektedir. Kendisine hikmetten pay verilenler / kitaba varis olanlar, kendi yaşadıkları çağların halklarına bu hikmetlerden yola çıkarak iletilmesi gereken konuları tebliğ etmekle mükellef kılınmışlardır. Arada gelip giden bir melek ya da olağanüstü bir hal söz konusu değildir.
Daha önceleri birçok defa açıkladığımız üzere nitekim Rad suresinde bildirilmiştir ki “Her dönemin bir kitabı vardır.” Ana kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Kuran’daki bölümlerden çok azı peygamber efendimiz dönemini, birçoğu ahir dönemi ve tüm dönemleri kapsayan mesajlar barındırır. Böylelikle gerekli görülen her çağa bir tebliğ ulaştırılmıştır. Hurufu Mukatta olarak bilinen sureler farklı dönem ve kişilere vahyi ulaştıran bölümlerdir.
Ayetleri takip edersek ilahi mesajın sadece peygamberlere veya resullere gönderilmediğini de anlayabiliriz. Örneğin Hz. Musa’nın annesi de ilahi mesajla muhatap olmuştur. Kendisi ne bir peygamberdir, ne de elçidir.
Musa'nın annesine şunu vahyettik: "Emzir onu! Onun aleyhinde bir korku hissedince de ırmağa bırakıver onu. Korkma, üzülme! Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri yapacağız." (Kasas)
Öte yandan Hz. Meryem de birçok defa vahyin muhatabı olmuştur.
Bir de melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem, Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üstüne yüceltti." "Ey Meryem, Rabbinin huzurunda saygıyla el bağla. Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et." (Al-i İmran)
Buraya kadar özetlersek; vahyin sadece peygamberlere iletilen mesajlar olmadığı aşikârdır. Ya da sadece Cebrail aracılığı ile verilmediği de görülür. Hatta vahiy sadece insanlara da gönderilmez. Yaşam ve kulluk görevlerinin bir tebliği olmak üzere hayvanlara da vahyedilmiştir.
Rabbin, bal arısına şöyle vahyetti: “Dağlardan evler edin. Ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da… Sonra meyvelerin her türünden ye de boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul.” (Nahl)
Bilmemiz gereken bir diğer husus; insanlara ilahi kanaldan mesaj ulaşabileceği gibi maalesef şeytan ve cinlerden de bir takım mesajlar gelebilmektedir. Bunlar ise insanları günaha, batıla ve her türlü fenalığa sevk eden vesveselerdir.
Şeytanlar kendi dostlarına sizinle mücadele etmeleri için elbette vahiy gönderirler. (En’am)
Peki, şimdi asıl soruya gelelim! Her önüne gelen bana ilham edildi derse doğruyu nasıl bulacağız? Bu kanalın samimi olup olmadığını nasıl kavrayacağız? Burada doğruyu bulmak için aklın ve kalbin kullanılması şartı vardır. Ayetleri kendisine rehber edinerek Rahman olan Allah’tan hakikati dileyenler aklını ve kalbini kullandığı sürece batıldan uzak kalacaklardır. Ayrıca Al-i İmran suresindeki hatırlatmalar bir ölçüdür. “Kendilerine vahyedilenler, halkı kendilerine kulluk etmeye davet etmezler. Bu onlara yakışmaz. Onlar ancak Allah’a ve Allah’ın ayetlerini düşünmeye davet ederler.”
Ayrıca yine ayetlerden anladığımıza göre elçileri destekleyen bir takım ilahi kanıtlar olagelmiştir. Veya başka bir deyişle onları doğrulayan bazı ilahi süreçler yaşanmıştır. Nitekim Kutsal Emanetler meselesi ahir zamanın tanığı, uyarıcısı ve müjdecisi için delildir. Keza Hicr suresinin son ayetindeki “Sana şaşmaz ve kesin bilgi gelene kadar Rabbine ibadet et” beyanı o zata verilen haberdir.
Açıkçası ben bu beyanda bildirilen o şaşmaz ve kesin bilgiyi bekliyorum. Zira biliyorum ki bu şekilde istediğim kadar ayetleri delil olarak göstereyim hakikatler için fayda etmeyecek. Kuran’ın haber verdiği bilgileri ne kadar gözler önüne getirsem de doğru ve yanlış için ölçü olmayacak. Ne yazık ki toplum olarak yıllardır yanlışa ve batıla programlandık. Şimdi kalkıp hakikatlerle tanışmak kolayca gerçekleşmeyecek. Bu yüzden aileme, dostlarıma, akrabalarıma, tanıdık tanımadık tüm insanlara karşı elimde ilahi bir kanıt lazım olacak… Aksi halde istediğim kadar açıklama yapayım beyhude…
Gün gelecek İsa Mesih ve beraberindekiler Dünyayı ziyaret edecek diyeyim fantastik gelir. Tüm medya gelmeyecek derken sesim çıkmaz. Ayetlerdeki uzaydan, uzay gemilerinden, Nuh’tan, Merkür’den, Jüpiter’den, Süleyman’dan, Mars’tan, devlerden, Yunus’tan, perilerden bahsedeyim uçuk kaçacak… Medyada bilinçli olarak üretilmiş o kadar saçmalıklar var ki; hakikatler bu yüzden dinlenip düşünülmeyecek. Helalleri, haramları izah edeyim kulak asılmayacak, kabulü olmayacak… Her şeyiyle apaçık yerinde duran Lut kavmi ve Leçe bölgesi hakkındaki izahatlar dahi çevremde anlattığım insanlara bir ışık yakmadı. Hal böyle olunca anlıyorum ki şaşmaz ve kesin bilgi gelene kadar dile getirdiğim uyarılar ve müjdeler hiçbir mana ifade etmeyecek. Üstüne üstlük küfür yiyecek, hakaret duyacak, delirmiş, sıyırmış gibi nice ithamlar devam edecek…
Ne diyelim, bütün işler Allah’a döndürülür. Hayat hepimiz için bir imtihandır. Hidayet ancak Allah katındandır. Kimse kimseyi doğru yola iletemez. Allah dilediğini doğru yola iletir. Bize düşen sadece tebliğ etmek, duyurmaktadır. Bununla birlikte üzerimizdeki en büyük vazife kendi inançlarımızdaki niyetlere sadakat, amellere riayettir. Her kul kendisinden sorumludur. Bunu asla unutmamak gerekir. Allah, her şeyi duyan, her şeyi görendir. Mutlak egemenlik sahibidir.
Duamız odur ki; Rahman ve Rahim olan Rabbim, hak ve hakikat her ne ise onunla hükmetsin…
Selam ile kalın
Mehmet Çobanoğlu